Evet bu yazı Salzburg yazısı. Münih’te 2 odalı evimizde kaldıktan sonra metroyla Hauptbahnhof’a gidiyoruz ve buradan arabamızı teslim alıyoruz. Kar yağabilir diye büyük araba istemiştik, Ford Mondeo veya muadili şeklinde ama gittiğimizde bize son model içinde entegre navigasyon sistemi, arka kameralı, tam donanımlı ve kar lastikli bir Nissan Qashqai verdiler. Tabii çok sevindik ancak yazımın ilerleyen bölümlerinde bu konuda biraz hayal kırıklığına uğradığımızdan da bahsedeceğim. İnternet üzerinden yapmadığımız tüm ödemeleri tamamladıktan sonra bize arabamızı teslim edecekleri garaja doğru yol almaya başladık. İstasyonun karşısında bir ara yola giriyorsunuz ve elinizdeki makbuzla görevliden anahtarınızı alıyorsunuz.

Arabayı bulduktan sonra içini dışını iyice inceledik, eşyalarımızı yerleştirdik ve çok zaman geçmeden navigasyonda Salzburg’da kalacağımız otelimizi ayarlayıp yola çıktık. Münih Salzburg arası çok kısa, ancak daha önce Avrupa’da yol kenarlarında bulunan kafelerden çok hoşlandığımız için kahvaltımızı yine bunlardan birinde yapmak istedik ve çok yol almamış olsak da bir tanesinde durduk. Her zamanki gibi kahvemizden son yudumlarımızı alırken tekrar yollara düştük.
Salzburg’a vardığımızda saat 13:00 civarı idi. Otelimizi çok rahat bulduk, neredeyse şehrin Münih tarafından girişinde diyebilirim. Otelin park yeri olmasına rağmen nerden girileceğini kestiremeyince her zaman yaşadığımız küçük çaplı park krizini orda da yaşamadan geçmedik! “Paralı mı bu?” “Saatlik mi?” “Bence en az bir saatlik atalım, ne olur ne olmaz!” “O zaman sen burada bekle, biz gidelim sonra seni almaya geliriz, belki otelin park yeri vardır..” Ve nitekim vardı. Yine şehre hayrına park parası bağışladık ve otele gittik. Otelde sadece bir gece kalacağımız çok önemsemedik ama ilk bakışta hosteli andırmadığını da söyleyemeyeceğim. Resimlerini aşağıda bulabilirsiniz.

Ancak yine de temiz ve rahattı bize göre. Otele eşyalarımızı koyup, check-in işlemlerimizi tamamladıktan sonra ve harita ve gidilecek yerler talimatlarımızı aldıktan sonra hemen çıktık, çünkü çok vaktimiz yoktu. Önceden planladıklarımızdan hangisini yapacağımıza şehir merkezine gidince karar verecektik ama Hohensalzburg Fortress başı çekiyordu.
Merkeze nasıl gideceğimizi sorduğumuzda arabayla gitmenin mantıksız olduğu ve yürüyerek 20-25 dakikada varılacağı bize söylendi ve tabii biz de bu bilgiye inandık. Ama havasından mı suyundan mı bilinmez biz nedense ne zaman öyle dense en az bir saatte yürüyoruz o yolları. Turistliğimize veriyorum! Ignaz Herrer Strasse’den Salzach nehrine doğru yürümeye başladık. Hava soğuk, manzara tam güz manzarasıydı. Nehrin kenarından yaya yolunda yürümeye başladık ve adım başı fotoğraf çektik. Hatta ben hatırlamıyorum ama arkadaşların söylediğine göre yanımızdan geçen Türk grup, Münih uçağında da beraber geldiğimiz grupmuş. Dünyanın küçüklüğü bu olsa gerek!
Buradaki yolun güzelliğini tarif edemeyeceğim için size fotoğraflarla sunmak istiyorum:




Şehir merkezine geldiğimizde saat 15:30 olmuştu bile. Oradaki turist info’ya girdik ve neler yapabileceğimize göz attık. Hohensalzburg Fortress’e ya şimdi gidecektik ya da yarın sabah. Ancak yarın gitmeye kalktığımızda gidilmesi şart olan yerlerden Mozart’ın yaşadığı ve doğduğu evin ikisine birden bugün gidemeyecektik. Bu yüzden tercihimizi kaleden yana kullandık, zaten kendisi de yanı başımızdaydı. Bulunduğumuz yerden görünüşü şu şekildeydi:


Bu kaleye füniküler ile çıkıyorsunuz. Sanırım merdiven opsiyonu da vardı ancak gerek yoktu tabii ki! Aşağıdan o kadar gözükmese de çıkınca ne kadar yüksekte olduğunuzu anlıyorsunuz. Bildiğiniz, filmlerde gördüğünüz kalelerden, sanki bir film seti. 11. Yüzyılda inşa edilen bu kale 19. Yüzyıla kadar sürekli eklemeler yapılarak güçlendirilmiş. Bu yüzden iç içe geçmiş bir kale şeklinde gözüküyor. Ayrıca bizi yukarıya taşıyan fünikülerin de ta 1515’lerde tasarlanmış bir ulaşım şekli olduğunu da belirtmek lazım. Günümüzde de renovasyonlarıyla birlikte hala kullanımda olan en eski demiryolu ulaşımı olma özelliği taşıyor. İçeride maalesef fotoğraf çekmek yasaktı ama hepimizin ilgisini en çok çeken “işkence odası” oldu. Artık ne kadar çok film seyrettiysek ne beklediğimi bilmiyorum ama oda biraz küçük gözüktü gözüme. Tabii aletlerin küçümsenecek bir yanı yok, demir tekerlekler, kelepçeler, ortada üstü demir ağla örtülü bir delik. Neyse Allah kurtarsın diyor devam ediyoruz! Kulağımızda dijital rehberimizle en son çıktığımız yer kalenin terası diyebileceğim bir yer. Buradan çok güzel fotoğraflar çekebilirsiniz; aşağıdaki gibi..


Kalenin çıkışında Salzburg Bull adı verilen bir “organ” bulunuyor ve çok eski olmasına rağmen hala çalınabiliyor ve şuna benziyor:

Çıkışta listemizde bulunan ama vakit ayırmayı düşünmediğimiz Marionette Museum’u görüyoruz. Burası bir kukla müzesi, ama sanki tiyatro sahnesi. Konuldukları vitrinlerin her biri bir sahne. Bu şansı değerlendiriyor ve hemen müzeye giriyoruz. Bu güzellikleri görmeniz adına fotoğrafları hemen ekliyorum:




Birkaç gün batımı fotoğrafından sonra aşağıya iniyoruz ve 17:00’de kaleyi terk ediyoruz.


Sıra hediyelik eşya bakmaya geldi. Salzburg’un sadece yayalara açık olan sokaklarında yürümeye başlıyoruz ve sağlı sollu dükkanlar çok hoşumuza gidiyor. Neredeyse her şey Mozart’la ilgili. Biz de “en güzel” Mozart magnetini bulmak için uğraşıyoruz. Ancak iş bununla kalmıyor. O kadar güzel minik minik hediyelikler var ki! Çikolatalar, likörler, biblolar, daha değişik çikolatalar, daha değişik likörler! Turistiz ya önümüze çıkan ilk dükkandan alıyoruz ve her zamanki gibi hüsrana uğruyoruz. Tabii ki normalinden %50 daha pahalı! Bir türlü akıllanamadık. Neyse, yolumuzun üzerinde Mozart’ın doğduğu evi görüyoruz ve yarın erkenden buraya gelmeye karar veriyoruz. Bu sırada ben kısa kısa girdiğim internetten (daha önce bakmam gerekirken bakmadığım) Salzburg’un geleneksel yemekleriyle ünlü en beğenilen restoranını bulmaya çalışıyorum, nitekim buluyorum ve oraya doğru yürümeye başlıyoruz. Yol bizi otelimizin olduğu tarafa yönlendiriyor ve sonunda restoranı buluyoruz. İsmi Barenwirt. Bir Perşembe akşamı olmasına rağmen içerisi dolu ve ismini özel olarak arayıp bulduğumuzu, en iyi yemekleri burada bulabileceğimizi öğrendiğimizi ve bu yüzden bize yer ayarlamalarını istediğimizi söylediğimizde umurlarında bile olmuyor! Sanırım sadece yerli halkın geldiği bir yer. Çünkü içeriye girdiğimizde sanki Amerika’nın ıssız bir kasabasında bir kovboy barına girmiş gibi olduk. Gerçi bu hissi ilk yaşayışımız olmayacak bu gezide (bunu da anlatacağım-çok yakındaa!!) Hüsranla orayı terk ettikten sonra tekrar yola koyuluyoruz ve başka bir yere gitmeye karar veriyoruz. Öyle kötü bir noktadayız ki dönsek aynı yolu yürümüş olacağız, devam etsek otele yaklaştığımızdan odaya dönme riskimiz artıyor – ki bunu ben hiç istemiyorum, evet yorgunuz ama keşfetmeliyiz! En yakın ve bizi geri götürebilecek bir otobüs durağına doğru yürümeye karar veriyoruz ve elimizdeki haritayı inceliyoruz. Otele doğru gidiyoruz maalesef ama inatla otobüsümüzü bekliyoruz ve uzun uğraşlar, indiğimiz yerde tekrar yürümemiz, gideceğimiz yerde sıra bekleme derken saat 21:00 sularında tam pes etmek üzereyken Gasthaus Zwettler’s Stiftskeller’e giriyoruz. Kocaman biralarımızı ısmarlıyoruz ve açlıktan ölmeden yemeklerimizi söylüyoruz. Nasıl bir şey olduğunu merak ettiğimiz kabak çorbasını istiyoruz ve bir hayli memnunuz! Bakınız aşağıdaki resim!


Tabii ki Viyana şnitzeli söyleniyor ve eşim garsonun tavsiyesi üzerine geyik eti ısmarlıyor. Ben hayatımdan memnunum ama onun için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Pek beğenmedik, üstelik burada çok meşhur olmasına, tam mevsimi olmasına ve çok beğenilen bir yemek olmasına rağmen. Ama denenmeyecek gibi değil bence merak edenler denesin!


Karnımızı doyurduktan ve iyice yorulduktan sonra tekrar otelin yolunu tutuyoruz ve Salzburg’da kalacağımız tek gece böylelikle bitmiş oluyor. Ertesi gün daha heyecanlı bir yolumuz olacak!
[…] https://selinledunya.com/2013/09/09/almanya-avusturya-isvicre-rotasi-bolum-4-salzburg/ […]
tadı damağımda kaldı derlerya öyle oldu. selincim acil devamını bekliyoruz. yani yazman konusunda baskılarımız devam edecek … :)
Yazilarinizi okumasam bu gezi rotasini hayatta dusunmezdim..Ozellikle Salzburg’un bu kadar guzel oldugundan haberim bile yoktu. Herseyden once muhtesem bir tatil geciriorum ve su an rotanin munich bolumune gectik:)Yeni yazilarinizi merakla bekliyoruz, sevgiler..