Jamaika’dan ayrılıyoruz ve sıra Orlando’da. Orlando’yu neden seçtik? Tabii ki eğlence ve alışveriş için!! Eğlence parklarından 1971’de açılan Walt Disney World, 1990’da açılan Universal Studios ve 1973’te açılan SeaWorld Orlando burada yer alıyor. Eğer bunların her birinde adam akıllı zaman geçirmek istiyorsanız her birine birer hafta ayırmanızı tavsiye ederim. Bizim Orlando’ya ayırdığımız gün sayısı 4’tü, aslında biri sadece gece kalmak için oluyor çünkü Jamaika’dan gelen uçağımız ancak akşam Orlando’ya varacak. Kalacağımız gün sayısı belli olunca açtık haritayı, haritadan yer beğenmeye başladık kendimize kalmak için. Orlando turist çekme oranından ötürü (2013’te 59 milyon turist gelmiş ve bunların %90’ı yerli turist yani Amerikalı) her yerde oteller var. Parkların yakınında, uzağında, içinde, dışında, irili, ufaklı her çeşit mevcut.

Gerçi her yer park olunca seçeceğiniz otel mutlaka merkezi bir yerde oluveriyor. Ancak önemli olan hangi parklara gideceğinize karar vermeniz. Biz dört günün ancak üçünü değerlendirebileceğimiz için, üç günlük bir program yapmak zorundaydık (New York uçağımız sabah erken saatte olduğu için malesef beşinci günü sayamıyoruz). Bu üç günü nasıl geçireceğimize bir türlü karar veremiyorduk. Walt Disney World 4 parktan oluşuyor: Magic Kingdom, Epcot, Disney’s Hollywood Studios ve Disney’s Animal Kingdom. Universal Studios’ta ise 2 park mevcut: Universal Studios Florida ve Islands of Adventure. Bunun dışında su parkları da mevcut ve özellikle çocuklu aileler tarafından çok rağbet görüyor. Yalnız biz kuru olarak eğlenmeyi tercih ettiğimiz için ve gün kısıtımızdan dolayı Walt Disney ve Universal Studios’a odaklandık.
Walt Disney 1964 yılında Orta Florida tarım arazilerinden 20’şer 80’er km2’lik parçalar halinde araziler satın almaya başlamış ve bu alımları kimin yaptığı bilinmediğinden öncelikle o zamanın zenginlerinden Howard Hughes’un satın aldığı veya arazinin uzay çalışmaları için kullanılacağı düşünülmüş. Ancak Orlandolular için önemli bir tarih olacak olan 15 Kasım 1965’te Walt Disney buraya dünyanın en büyük ve muhteşem eğlence parkını yapacağını açıklamış ve 1971’de açıldığında maliyeti 400 milyon dolarmış. Açıldığında 13000 kişi çalıştıran park ilk iki yılında 20 milyon ziyaretçi ağırlamış. Açılan bu ilk park Magic Kindom’mış. Walt Disney’i masal gibi anlatmak lazım çünkü oraya gidince zaten masalda gibi hissedeceksiniz.

Disney World’ün diğer parkları Epcot, Disney’s Hollywood Studios ve Disney’s Animal Kingdom ise parka sonradan yapılan eklentiler. 1982’de açılan Epcot daha çok teknoloji severler için yapılmış ve büyüklere daha çok hitap eden bir park. Açılımı “Experimental Prototype Community of Tomorrow” yani Walt Disney’in gelecekte hayal ettiği utopik bir şehir kopyası.

Disney’s Hollywood Studios 1989’da Disney ailesine katılıyor ve Hollywood yapımları üzerine yoğunlaşıyor. Chinese Theather (Hollywood’daki gibi), Yıldız Savaşları, animasyon çizgi filmler, Pixar Place bu parkta yer alıyor.

Disney’s Animal Kingdom 1998’de açılıyor ve 200 hektarlık alanıyla dünyanın ikinci en büyük parkı ve en büyük Disney parkı ünvanlarını kazanıyor. Bu park aynı zamanda bir hayvanat bahçesi ve toplamda 7 bölüme ayrılıyor: Oasis, Discovery Island, Africa, Rafiki’s Planet Watch, Asia, DinoLand U.S.A. ve Pandora: The Land of Avatar. Bu parklarda hem hayvanları görebiliyorsunuz hem de çeşitli “tur”lara (İngilizcesi “Ride”, tam Tükçe karşılığı olmadığı için tur kelimesini uygun gördüm) binebiliyorsunuz. En geniş kapsamlı park, hem alan hem de çeşitlilik açısından bu park gibi gözüküyor.

Universal Studios’a bakacak olursak, daha önce de bahsettiğim gibi 2 parktan oluşıyor. Universal Studios Florida, Los Angeles’taki gibi film yapımlarıyla alakalı turlardan ve eğlencelerden oluşuyor. Shrek, Simpsons, Minions gibi simülasyon turlar olduğu gibi, Hollywood Rip Ride Rockit gibi roller-coaster’lar (hız/eğlence treni) da mevcut. Yeni eklentilerden (1 Temmuz 2014) biri ise Diagon Alley – yani Harry Potter’ın romanda yaşadığı yer.

Universal’daki ikinci Park olan Islands Adventure ana parktan on yıl sonra tamamlanıyor, 1999’da. Burada da genel olarak roller-coaster’lar var ve diğer parktan daha korkunçlar. Daha hızlı, daha yüksek ve daha kıvrık. Buradaki Harry Potter eğlenceleri ise 2009 yılından beri var. Eğer iki park için geçerli biletiniz varsa Hogwarts Express’ine binerek bir parktan diğerinde geçebilirsiniz.

Saydığım onca şeyden sonra sadece 3 günümüzün olması çok üzücü. Keşke her birine birer gün ayırabilsek. Hatta zamanınızı sadece eğlencelerle de geçirmiyorsunuz. Oraya da gireyim, şuna da bakayım, burda ne yapılıyor, ne satıyorlar, biraz bir şeyler mi yesek derken de zamanınız bayağı bir gidiyor. Bu yüzden karar vermek çok zor. Bir bayan olarak alışverişi de gözardı etmemem lazım – yani Orlando’daki outlet’leri. Üstelik kalacağımız gün tesadüfen vergi indiriminin olduğu haftasonuna denk geliyorsa!! Nasıl oldu bilmem şans yüzüme güldü ve tarihlerimiz buna denk geldi. Önceden outlet alışverişinin ne kadar zaman alıcı ve yorucu bir şey olduğunu tecrübe ettiğim için buna da bir gün ayırmamız gerektiğini düşündüm. Üstelik 2 adet outlet var. Evet herşeyden en az ikişer adet olunca seçim bir o kadar da zorlaşıyor. Gelelim okuduklarım ve tavsiyeler üzerine verdiğimiz karara… İlk gün Universal Studios’un iki parkına birden bilet almaya, ikinci gün alışveriş yapmaya, üçüncü gün ise Disney World’de sadece Magic Kingdom’a gitmeye karar verdik.
Bu kararımızdan sonra ilk yaptığımız şey otelimizi belirlemek oldu. Her zamanki gibi tripadvisor.com yorumları ve gerçek misafir resimleri yardımıyla ve karşılaştırmalı olarak booking.com ve hotels.com arasında gidip gelerek hem puan hem de fiyat açısından en uygun oteli bulduk: Hampton Inn Lake Buena Vista. Burası Magic Kingdom’a daha yakın ama otoyollar sayesinde Universal’a da çok uzak sayılmaz. Vergiler dahil 103 dolara kaldık iki kişi. Ayrıca otelin kahvaltı servisi de vardı.


Daha sonra park biletlerimizi aldık. Universal Studios’ta iki park seçeneği mevcut. İsterseniz bir günde bir parkı gezebilirsiniz, ya da iki parkı. Gün sayısını arttırabilirsiniz de. Bu size kalmış. Toplam fiyat o zaman tabii ki artıyor ancak gün başına düşen fiyat bayağı bir azalıyor. Eğer sırada beklemeyi gözünüz yemiyorsa – ki normal sıralardan bahsetmiyorum – bunun çözümü de Unlimited Express almak. Express için gün seçmeniz gerekiyor çünkü bu haklar sınırlı ve aynı uçak bileti gibi sona kaldıkça fiyatı artıyor. E bizim bu kararlarımız son ana kaldığı için (16 Temmuz) Express’e kişi başı 90 Dolar verdik. Sadece bir günümüz olduğu için iki parka birden gidelim dedik, e üstüne bir de yüksek sezon olunca fiyat katlandı da katlandı. Kişi başı iki parka vergi hariç 230 Dolar vermiş olduk. Ama iki parka birden Express olmadan yetişmemiz mümkün olmayacaktı.

Disney World’de ise gün seçmenize gerek yok. Sıra atlamak için fazladan para vermenize de gerek yok. O gün için rezervasyon ile öncelik sağlayabiliyorsunuz. Buna Fastpass deniyor. Yalnız bir gün ister 4 parka birden gidiyorsunuz, ister sadece Magic Kingdom’a, ister de diğer 3 parka. Tabii gün sayısını yine arttırabilirsiniz. Bize tavsiye edilen Disney World’e ilk defa gidiyorsak önceliği Magic Kingdom’a vermemizdi. Biz de öyle yaptık. Disney’in bu seçeneği bize daha ucuza mal oldu ve kişi başı vergiler hariç 99 Dolara denk geldi.

Outlet olarak Premium Outlet’lerden Vineyard ve International Drive var ve birbirlerinden yarım saat uzaklıktalar. Vergi indirimi haftasonuna denk geldiğimize ne kadar sevinsek de Orlando’nun trafiği bu yüzden bizi bizden aldı! Sabah ve akşam yarımşar saatimiz araba sürerek, birer saatimiz de arabanın için de trafiğin akmasını bekleyerek geçti. Üstelik ortada kaza vs. bile yokken. Sorun sadece ışıklardan kaynaklanıyordu. Çok fazla ışık var ve kavşaklar çok büyük olduğu için size sıranın gelmesi uzun sürüyor. Zamanınızı buna göre ayarlamak isteyebilirsiniz.

Bunlardan bahsederken Orlando için araba kiraladığımızdan da bahsetmem gerekir. Arabamızı yine arguscarhire.com’dan kiralıyoruz. Ama kiralamayı yapmadan önce rentalcars.com’a da bakmanızı öneririm. Araba kiralarken bizim dikkat ettiğimiz en önemli şey sigorta ve sigortanın “zero excess” olması. Sigorta işlerine çok aşina olmayanlar bunun anlamını çok iyi bilmeyebilirler biz de emin olmak için bin türlü yol denemiştik. Birkaç kiralama sonrası bunun bu şekilde olması gerektiğini anlıyorsunuz. Şu anlama geliyor; kaza anında oluşabilecek hasarda sizin ödemeniz gereken “Hasar Sorumluluk Payı” sıfır. Yani herşeyi firma üstleniyor. Böyle olunca diğer seçeneklere göre fiyat biraz değişebiliyor ama işi sağlama almak adına gerekli diye düşünüyorum. Bununla beraber kiralamayı internetten ödediğiniz zaman, teslim alma esnasında size satmaya çalıştıkları fazladan maddeler de oluyor; ferdi kaza sigortası, cam hasarı, anahtar kaybı gibi. Biz gerek duymadık ama “inşallah gerekmez” havalarında verdikleri cevap sizi yiyip bitirebilir. Direnin :) Biz 4 günlük arabamızı Budget’tan Ford Fiesta Sedan şeklinde kiraladık ve toplam verdiğimiz ücret 160 Dolardı ve rezervasyonumuzu 20 Temmuz’da yaptırmıştık. Yani daha önce planlarsanız daha ucuza da bulabilirsiniz. Yollar kolay ulaşılabilir olsa da mesafeler uzun ama 4 günde 1 depo benzini bitirmedik bile.

İlk gece yemek için Hooters’a gittik, daha önceki ziyaretlerimizde gitme şansımız olmamıştı. O kadar güzel bayan etrafta dolanınca ve aslında konsept rahatça bakılsın diye düzenlenmiş olsa da bakmak da rahat olmuyor, fotoğraf çekmek de – evet bir bayan olarak ben de baktım!! Ama yemekleri, kokteylleri çok güzeldi, özellikle de kızarmış turşusu. Tavuğun envai çeşidi var, biz kanat istedik. Yalnız porsiyonlar epey büyük, aklınızda olsun.

Daha önceki Amerika ziyaretimde Houston’da deneme şansı bulduğum Fuddruckers’a bu sefer eşimi götürmek istedim. Bu arada belirtmek isterim ki kaldığımız otel akşam yemekleri açısından oldukça avantajlıydı. 10-15 dakikalık bir yürüme mesafesinde bulunan bir komplekste bu tip yerler bulabiliyorsunuz. Hatta Japanese Kobe Beef yapan daha lüks bir restoran da bu komplekste mevcut. Ancak bizim yorgunluğumuz böyle yerlere gitmemize hiç müsade etmedi. Fuddruckers’a gelince burası eşimin favorisi oldu. Fuddruckers bir hamburgerci ama diğerlerinden farklı, size etin pişme derecesini soran, etin büyüklüğünü seçebileceğiniz (450 grama kadar), yanında “gerçek” soğan halkaları sunan bir hamburgerci. Eğer seviyorsanız denemeniz gerekir diye düşünüyorum. E Amerika’nın milli yemeği bir yerde!

Amerika’ya gelmişken her zaman gitmek istediğimiz restoran Manhattan’da olmayınca Orlando’da gitmeye karar verdik. Evet orası Cheesecake Factory. Her zamanki favorimiz. Ama büyük porsiyonları nedeniyle cheesecake’lerini paket yaptırmak zorunda kaldığımız yer :(

Şimdi size birkaç püf noktası vereceğim…
Sıcaklar: Sıcaklara dikkat edin. Universal’da Coca Cola’nın bir gün içinde geçerli istasyonlarda su dahil bir çok içecek seçeneğiyle doldurabileceğiniz bir bardağını satın almanız en mantıklı çözüm. Malesef böyle bir seçenek Magic Kingdom’da yok. Şapkanızı mutlaka alın, çok fazla açık alanda duracaksınız. En güzeli kapalı alanlarda – tuvaletlerde bile – klimanın olması. Çok fenalaşırsanız kendinizi içerilere atın.
Sıra: Sıraya her zaman çözüm yok malesef. Express ve Fastpass size bir yere kadar yardımcı oluyor. Ama hiç yoktan iyidir çünkü bekleme süreniz yarım saatle 2 saat arası değişebiliyor. Harry Potter’da 120 ila 150 dakika arası bekleme süresi vardı mesela ve Express geçerli değildi – muhtemelen daha açılalı 15 gün olduğu için. Fastpass’te ise 3 tane rezervasyon hakkınız var. Birini kullanınca başka rezervasyon yapabiliyorsunuz deniyor ama bize bir türlü denk gelmedi.

Bekleme süresinin 355 dk olduğ zamanlar..
Yemek: Kompleksler içinde yemek olanaklarınız bayağı fazla, yalnız oralarda da sıra var. Ne kadar büyük bir yer olursa olsun yarım saatinizi sırada geçirmeyi göze alın. Buralarda da klima var, o yüzden yer bulabildiğiniz sürece rahat edeceksiniz.
Ulaşım: Arabayla parklara ulaşım çok kolay, Orlando artık eğlence parkları şehri olduğu için yol gösteren tabelalarda da yönlendirmeye parklar da dahil edilmiş. Park parası Universal’da 22 Dolar (öncelikli yerler için – normalde de 17 Dolar), Magic Kingdom’da ise 17 Dolar. Universal’da yürüme bandı ile iki parkın girişine de kolayca ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca yazının başında da belirttiğim gibi Universal’da bir parktan diğerine iki parklık biletiniz olduğu sürece “Hogwarts Express” ile de geçebiliyorsunuz – sırada beklemek kaydıyla :) Magic Kingdom’da park ettikten sonra yürümek istemiyorsanız önce tramvayla ana ulaşım merkezine geliyorsunuz. Daha sonra küçük bir gemiyle, hızlı trene ya da otobüsle Magic Kingdom’ın ana parkına varıyorsunuz. Biz gemiyi tercih ettik, gelirken de dönerken de.

Emanet Dolapları: Özellikle hızlı veya sizi çok fazla sallayacak turlarda eşyalarınızı bırakmanız için bu turların girişlerine emanet dolapları koymuşlar. Turun ortalama bekleme süresi gözönüne alınarak o kadarlık süre ücretsiz olarak size sunuluyor – tabii boş dolap bulabilirseniz. Bu süreyi geçtiğinizde her saat için belli bir miktar ödemeniz gerekiyor ama saati 2-3 dolardan fazla değil. Yani eşyalarınızı taşımak istemiyorsanız bu seçeneği de değerlendirebilirsiniz.

Eğer bir parkta birden fazla gün kalacaksanız belki parkların içindeki otellerde kalmayı da düşünebilirsiniz. Bu otellerin fiyatları diğerlerine göre bir hayli yüksek kalıyor ama kolaylığı da yadsınamaz tabii.
Genel olarak önerim Universal’da her bir parkta birer gün geçirmeniz, Disney World’de ise her bir parkta en az bir gün geçirmeniz şeklinde olacaktır. Bizim zamanımız olsaydı kesinlikle bu şekilde yapardık. Neyse bir dahaki sefere artık :)
Bundan sonraki yazımda parklarda ne gibi turların ve eğlencelerin olduğundan ve outletlerden bahsedeceğim. Siz de kısıtlı zamanınız varsa bunu kendinize rehber edinebilirsiniz.
bayıldım valla.
:):)
2. bölüm yazınızı yazmadınız mı orlando için?
İrem Hanım merhaba, yazdım, yayınlanmayı bekliyor. İçeriğinde Universal Studios’da neler olduğundan bahsettim. Beğenirsiniz umarım :)