Sene 2013, aylardan Şubat-Mart. Sonbaharda nereye gitsek diye planlar yapıyoruz. Bunu yaparken de havayolu şirketlerini, tatil sitelerini, otelleri sürekli takipteyiz. Yurtdışı istiyoruz, deniz güneş olsun diyoruz… Derken karşımıza bir fırsat çıktı. Üyesi olduğum bir tatil sitesi var ⇒ jetsetter.com, Seyşeller’de Constance Ephelia oteli için indirim yapmış, hem de ne indirim! Gecesi iki kişi 350$, doların 1.85 olduğu zamanlar… Türkiye’den çok da farklı değil fiyatlar, yalnız sadece kahvaltı dahil. O zamanki düşüncemize göre her şey dahil otellerin hakkını pek veremediğimiz için bize ideal geldi. Düşündük, tarttık ve en sonunda 6 gece gitmeye karar verdik.

Türkiye’den Seyşeller’e gitmek için 2013’te pek fazla seçenek yoktu. Emirates veya Etihad’ı tercih etmemiz gerekiyordu. Etihad Havayolları Abu Dhabi üzerinden, Emirates de Dubai üzerinden uçuyor. Bizim tercihimiz Emirates’ten yana oldu, ancak şimdi Türk Hava Yolları İstanbul’dan direk Seyşeller’e uçuyor. Qatar Airways de Seyşeller uçuşlarına tekrar başlamışlar. O yüzden bu alternatifler de değerlendirilebilir.
Tatilini tropik bir adada geçirmek isteyenler, balayı için Seyşeller nasıldır diye merak edenler ya da sadece 5-10 dakikalığına bile olsa bulundukları yerden uzaklaşmak isteyenler için işte Seyşeller…
Seyşeller nerede derseniz, kendisi Hint Okyanusu’nda, Afrika kıtasına ve Madagascar’a yakın bir konumda bulunan bir adalar ülkesi. Toplam 115 irili ufaklı adadan oluşuyor. Başkenti Victoria, ülkenin en büyük adası olan Mahe’de bulunuyor. Seyşeller keşfedilmeden önce üzerinde insan yaşamı bulunmayan bir adalar topluluğuymuş. Adada yaşayacak insanlar ve çalıştırılan köleler diğer ülkelerden getirilmiş ve yaşam bu şekilde başlamış. Fransızlar ve İngilizlerin hakimiyeti altında uzun yıllar yaşadıktan sonra bağımsızlığına henüz 1974’te kavuşan Seyşeller yerlileri kendilerini “Creole” diye nitelendiriyorlar. Köken itibari ile Creole’ın kelime anlamı “denizaşırı ülkelerde doğmuş ve yetişmiş Portekiz soyundan gelen kişi” olsa da şu an “Avrupa’nın göçmenleriyle karışmış etnik ırk” olarak nitelendirilebilir. Seyşelliler kendileri gibi konuştukları dile de Creole diyorlar. Resmi dilleri İngilizce ve Fransızca olsa da konuşulan dil bunların karması gibi.

Bizim kaldığımız otel Mahe adasındaydı ancak diğer adalarda da kalınabilecek oteller var. Örneğin Praslin veya La Digue adasında da kalabilirsiniz. Mahe adası bu adalara biraz uzak; Praslin katamaranla 1 saat, La Digue ise 1.5 saat sürüyor. Başka bir alternatif ise uçakla gitmek; kişi başı yaklaşık 100 dolara gidip gelme imkanınız var. Biz bu adaları turla gezmeye karar verdiğimiz için uçağı tercih etmemiştik.
Seyahatimiz daha ilk andan itibaren bizi büyülüyor. Hep o duvar kağıtlarında, resimlerde gördüğümüz Seyşeller birazdan karşımıza çıkacak. Uçağımız şeffaf turkuaz okyanusun üzerinde alçaldıktan sonra, inişini denize paralel uzanan piste yapıyor. Pasaport işlemleriniz halledip havaalanından çıktıktan sonra yüzümüze tatlı nemli bir hava çarpıyor ve biz otelimize gitmek için bir taksi arayışına giriyoruz. İsterseniz oteller transfer de ayarlayabiliyor ama bu biraz daha pahalıya gelebilir. Seyşeller çok dağlık, deniz kenarında bulunan havaalanından adanın diğer tarafına gitmek yaklaşık 45 dakika sürüyor. Bu süre içinde adanın ortasındaki ormanı, bol virajlı yollardan geçerek aşıyorsunuz. Taksi şoförümüz bize bu yolların yapımının çok zor olduğunu, kendi büyük dedelerinin bu yolları yapan köleler arasında bulunduğunu ve bu süreç içinde birçok kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Anladığımız kadarıyla Seyşellilerin turizmden kazandıkları kadar kaybettikleri de çok fazla. Yolculuğumuz esnasında Seyşeller’in adalar ülkesi olması sebebiyle, özellikle benzinin ve ulaşımın çok pahalı oluşundan, ülkenin geçmişinden ve Türkiye’den konuştuk. Seyşeller’in güzel sahilleri kadar tropik ormanları da çok güzel. Uzun hindistan cevizi ağaçları, palmiyeler, o mis gibi hava gerçekten görmeğe değer.

Otelimize yerleştikten sonra bir tur atıyoruz. Otel, büyükçe bir alana yayılmış ve belirli aralıklarla ring seferi yapan golf arabalarına binip istediğiniz yere gidebiliyorsunuz. Kişi bakımından kalabalık bir otel olsa da bu pek hissedilmiyor. Kuzeyde olan sahili daha güzel; bütün gününüzü orada geçirebilirsiniz. Seyşeller’de sahiller otellere ait değil; devletin, yani sahile dışarıdan insanların girmesi yasaklanmıyor ama biz böyle bir şeye rastlamadık. Sahile geldiğinizde denizden içeriye doğru uzanan beyaz kumlar yerlerini tropik ağaçlara bırakıyor. Ağaçların bazıları kumsalda gölge yaptığı için şemsiyeye ihtiyaç duymuyorsunuz. Dikkat etmeniz gereken yalnızca bir şey var. O da tropik ağaçları ve bitkileri çok seven örümcekler. Aslında bu örümceklerin yerde veya insanların üzerinde (!) yürüdüğünü hiç görmedik. Ancak uzaktan bakıldığında ve ördükleri ağı gördüğünüzde biraz paniğe kapılabilirsiniz – biraz büyükler, ama bildiğimiz kadarıyla zararlı değiller.

Kumsal bembeyaz, tam o resimlerde görüldüğü gibi, incecik, insanın ayaklarından kayıp gidiyor. Tabii doğa da kendini buna adapte etmiş, aynı kum renginde minik minik yengeç dolu her yer ama o kadar zararsız ve korkaklar ki sizi hiç rahatsız etmiyorlar. Yengeçlerin en büyüğü ceviz büyüklüğünde ve siz fark eder etmez yan yan kaçmış oluyor bile :) Denizin rengi Maldivlere göre daha yeşil. Belki etrafta çok fazla ağacın olması algımızı değiştirmiş de olabilir ama Maldivlerde deniz nasıl açık maviye çalan turkuaz ise, burada da açık yeşile çalan turkuaz. Yakınlarda Maldivlerdeki gibi çok fazla mercan yok ama bu şnorkel yapmanıza engel değil. O kadar temiz sularda yüzüyorsunuz ki içini görmek hoşunuza gidiyor.

Seyşeller’de yapabileceğiniz turlardan biri tüm günlük “Island Combo”. Bu turda hem Praslin hem de La Digue adasına gidiyorsunuz. Tura kayıtlar otelden yapılabiliyor ve sizi otelinizden alabiliyorlar. Öncelikle minibüslerle Victoria’daki limana gidiyoruz ve buradan da bizi Praslin adasına götürecek olan katamarana biniyoruz. Başkent Victoria Mahe adasında olduğu için ada Praslin’e göre daha gelişmiş ve daha çok yapılaşmış. Praslin adasının bir ucundan bir ucuna mesafe 15km, yani büyük bir ada değil. Katamaran limana yanaştıktan sonra hep beraber bir minibüse biniyoruz ve Vallée de Mai tropik ormanına doğru yola çıkıyoruz. Bu orman 1983’te UNESCO’nun Dünya Mirasları listesine girmiş. Ormanın girişinde görevlilerce karşılanıyoruz ve tur rehberi orman hakkında bilgiler vererek bizi yürütmeye başlıyor. İçeriye girince farklı bir iklime girmiş gibi hissediyor insan, daha nemli daha ferah, sanki çok büyük bir seradaymışsınız gibi. Yürüdükçe kökleri yerden fışkıran palmiye ağaçlarının, ağırlıktan yerlere düşmüş Hindistan cevizlerinin arasından geçiyoruz. Sonra bir ağacın önünde duruyoruz ve başlıyor rehber anlatmaya. Buraya özgü bir Hindistan cevizi meyvesi ve ağacı varmış; ismi Coco de Mer. Ada ülkesi olan Seyşeller’de yetişen böyle bir ağacın tohumunun ana karadan gelmesi gerekse de bu ağaç sadece Seyşeller’de iki adada (Praslin ve Curieuse) yetişiyor ve meyvesinin şekli biraz garip. Coco de Mer’in söylediklerine göre tadı harika ama kokusu berbatmış. Bu meyve – aynı zamanda tohumun kendisi – bitkilerde dişi taraf sayılıyor. Bir de bunların erkek bölümü oluyor. Aşağıda resimlerini paylaştığım meyveler ve ağacın en çok 100 yıl içinde soyu tükenecekmiş. Eskiden yenen ve tıbbi amaçla kullandıkları meyvenin artık kullanılması ve satılması kesinlikle yasak. Günümüzde yılda toplamda sadece 1600-1700 meyve veriyor ve bu yüzden koruma altında.



Ormandaki gezintimizden sonra Anse Lazio adlı muhteşem sahile gidiyoruz. Su o kadar berrak, kum o kadar beyaz ki, baktığınızda sanki yokmuş gibi oluyorsunuz. Böyle bir berraklık Maldivlerde bile yoktu diyebilirim, belki de ilk defa böyle bir deniz gördüğümüz için öyle gelmiştir ama ne olursa olsun çok güzeldi, masal gibi… Kumsalın arkasındaki kafede, tropik ağaçların altında hindistan cevizi suyunuzu içip serinleyebilir, daha sonra da içini kazıyabilirsiniz :) Bol bol da fotoğraf çekmeyi unutmayın!


Tur tüm günü kapsadığı için, öğle yemeği için bizi geleneksel Seyşeller yemeklerinin sunulduğu açık büfe bir restorana götürdüler. Restoranda aynı zamanda bir hediyelik eşya dükkanı da vardı. Praslin adasındaki gezimiz, otobüsün içinden gözüken haliyle bile muhteşem manzarasıyla bitiyor ve bir botla La Digue adasına geçiyoruz. La Digue adasında yakın zamana kadar araba kullanımı yokmuş. Şu an için bu değişse de, genelde tercih edilen ulaşım biçimi bisiklet ve öküzlerin çektiği kağnılar oluyor. Bizi de bu kağnı arabalarıyla ilk durağımız olan L’Union Estate’e götürdüler. Burası; halen hindistan cevizi ve vanilya yetiştirilen, içinde mezarlık ve çiftlik evi bulunan, aynı zamanda dev kaplumbağaların da barındıran büyükçe bir çiftlik. Adanın ilk yerleşim yerlerinden olan çiftliğin tarihi 1750’lere kadar gidiyor.



La Digue adasında L’Union Estate size bir şey çağrıştırmadıysa bile Anse Source d’Argent (ans-sors-derjon) size resimleriyle mutlaka kendini hatırlatacaktır. İşte Seyşeller’in volkanik kayalıkların tropik ağaçlarla iç içe geçtiği, turkuaz rengi sığ suların cam gibi parladığı resimlerdeki o meşhur sahili! Denizde isterseniz rengarenk tropik balıklarla birlikte yürüyebilirsiniz, ya da deniz gözlüğünüz varsa onlarla beraber yüzebilirsiniz. O kadar büyüleyici bir yer ki; etrafınıza bakmaktan fotoğraf çekmeyi unutmayın derim.


Bu turdan başka kuş gözlem turları, ıssız ada turları gibi başkaları da mevcut ama çok fazla gününüz yoksa bu gayet yeterli olacaktır. Turlarda yorulmak yerine, güzel denizin, beyaz kumların tadını çıkarmayı tercih edebilirsiniz. Otelle ilgili önerim merkezden uzak olduğu için akşam yemeğini dahil ettirmeniz olacaktır. Akşam yemeğini kişi başı 50€’ya odanıza ekletebilirsiniz; dediğim gibi ada ülkesi ve fiyatları pahalı.

Maldivler yazımı okuyanlar bilirler, “Her Şey Dahil” konseptini sevmesek de ada ülkelerinde daha ekonomik oluyor ve sandığımız gibi sürekli yemek odaklı bir tatile dönüşmüyor, sadece yemek yerken ve bir şeyler içerken daha serbest oluyorsunuz.
Biraz da havasından bahsetmek gerekirse tahmin edebileceğiniz gibi tropik bir iklime sahip. Seyşellere gitmek için en uygun ne zamandır diye soracak olursanız, yağmur ihtimalinin en düşük olduğu aylar olan Mayıs-Ekim arası denebilir. Sıcaklık da hep 24-25 dereceler civarında. Bizim gittiğimiz ilk gün bardaktan boşanırcasına hem de çok uzun süre yağmur yağdı ama buna moralinizi bozmayın. Yine de denize girebilir, yürüyüş yapabilirsiniz. Hatta sahil daha tenha olacağı için hoşunuza bile gidebilir. Ya da bu vakti spa’da değerlendirmek isteyebilirsiniz. Bazı restoranlarda kıyafet zorunluluğu olduğu için ayakkabı ve erkeklere pantolon/gömlek, kadınlara da elbise götürmelerini öneririm ama bu gideceğiniz otele göre değişebilir. Ayrıca isterseniz otelin içinde birden fazla restoran varsa kıyafet zorunluluğu olanları tercih etmeyebilirsiniz.

Biz Seyşeller’de 6 gece kaldık, yeterli mi derseniz bize yetti, ama daha uzun bile kalınabilirdi. 6 gece düşününce çok gibi gelebilir, 1 gün tura gitti, geride de koskoca 5 gün var, deniz kum nereye kadar diyebilirsiniz. Ama inanın öyle olmuyor. O deniz ve o kuma insan doymuyor. Sanırım 7 gece ideal diyebilirim. Dönüşümüzde bizi kaplayan hüzün, ama oraları görmüş olmanın verdiği heyecan, hayranlıkla karışık veda, karmaşık duygular içinde dönüyoruz evimize. Seyşeller bizim için rüya gibiydi… Doğasıyla; ağaçları, bitkileri, yengeçleri, denizi, kumu, örümcekleri :), balıklarıyla hala aklımızda. Tekrar gitsek keşke dediğimiz, hiç sıkılmayacağımız…
















[…] ve yeterli geldiği için burada da 6 gecenin (7 gün) yeterli olacağını düşündük. Seyşeller gezi yazısına da burdan bir göz atabilirsiniz :) Sonuçta küçücük bir adada olacağız, canımız sıkılana kadar kalmamalıyız, o zaman […]
Merhabalar fotoğrafları neyle çektiniz acaba hepsi harika😊
Merhaba Şeyma Hanım, Sony Alpha Nex-5’le çekiyorum, gerçekten çok memnunum, 2012’de aldığım bir makinaydı, şimdi üst modelleri çıkmış, onlar da çok güzel çekiyor.